15 Ağustos 2014 Cuma

Mustafa Kemal Atatürk ve Bediüzzaman Said Nursi

Yıllarca hesaplanamayan tarihimizin ve silinen geçmişimizin yeni oluşumlarıyla göz önüne gelen Mustafa Kemal Atatürk ve dönemde yaşayan Bediüzzaman Said Nursi arasında geçen diyaloglar arasında ki en çelişkili bir mektubattır ki günün bu günler olduğundan bahsediliyor. Yahudi locolarının Türkiye 'de büyük bir baskın harekat olarak kalma nedenleri açıklanmış ve İslam tabiri tahribatının yolları açıkça sergilenmiştir. işte o büyük mektup



BEDİÜZZAMAN'A GÖRE MUSTAFA KEMAL YAHUDİ'DİR
Bugünlerde Mustafa Kemal'in serveti ve bunun kaynakları açıklanıyor. Çok tartışma konusu olan Yahudiliği konusunda Bediüzzaman'ın neşredilmemiş SIRR-I İNNA A'TAYNA adlı eserinde, ilgi çekici tesbitler var. Açıkça Mustafa Kemal'in Yahudi olduğu aktarılıyor. Bu Risale Eskişehir Mahkemesinde gündeme gelmiş ve ancak Bediüzzaman beraat eylemiştir. Ceza başka sebeplerle verilmiştir.
"Ma’lum büyüğe karşı birden hiddete geldi ve def’aten yazıldı:
Ey mülhidler, münafıklar ve ahmaklar! Benim cesedimi paramparça etseniz de hakkı söylemekten vazgeçmeyeceğim. Eğer mümkün olsa bütün Şark’a ve Garb’a dinletecek dere-cede şöyle haykıracağım: Bu Kur’an haktır; bu Furkan sadıktır. Bu Kur’an Allah kelamıdır, onda hiçbir şüphe yoktur. Hz. Muhammed Allah’ın resulüdür; bunda şek edilemez. Onun Şerî’atı Allah’ın vahyidir; mutlak adâlettir ve asla zulüm değildir.
Ey Lâdînî olan mülhidler ve inkârcılar! Dine Arş’ı titretecek kadar zulm ettiniz. Akibetini-zi bekleyiniz. Sizin de sonunuz gelecek. Yakînim var ki, büyük bir kıvranış ve kahr ile gebere-ceksiniz. Ölüm döşeğinizden Arş’ın sahibi olan Allah perçemlerinizden yakalayarak sizleri ce-zalandıracaktır. Ağlama ve eyvah sesleriniz arasında Cehennemin sakar denilen ateşlerine atılacaksınız; sizleri acıdan titrecek olan zakkum meyvesini yiyeceksiniz; Kur’an’ın gıslîn tabir ettiği bağırsaklarınızı parçalayacak olan cehennem içeceğini içeceksiniz. Azabınız ebedidir.
Siz bize mürteci diyorsunuz; biz de size mürtedler adını veriyoruz. Sizler kâfirlerin en habisi ve vahşi hayvanlardan da vahşisiniz. İsmine layık olmayan reisiniz, deccal ve süfyandır; zındıkanın reisidir; vahşi eşeklerden daha eşektir; Yahudilerin en adilerindendir; zâlimlerin en zâlimidir."
Mustafa Kemal’in 30 Eylül 1911’de Kudüs Kamenitz Oteli’nde Yahudi Eliezer Ben Yehuda’nın oğlu Itamar Ben-Avi ile sohbeti: Mustafa Kemal: “SABETAY SEVİ’nin soyundan geliyorum. Kendisine hayranım. Keşke bu dünyadaki bütün Yahudiler onun mesihliği altında birleşse..”
Hatta daha ötesi var:
Bedîüzzaman hayatta iken bazı Nur Talebeleri, Zındıka Komitesinin reisi olarak kabul ettikleri Mustafa Kemal’e Atatürk ünvanının verilmesine de karşı çıkmakta ve bu yüzden Bedîüzzaman ve Nur Talebeleri hakkında çıkarılan Kararnâmeye itiraz etmektedirler:
Yine kararnamenin aynı sahifesinde, Said Nursî’nin mahkûmiyetinin bir sebebi olarak yazmışlar ki:
“Bütün ömrünü Türk vatanının dâhilî ve hâricî türlü tecavüzlerden kurtulmasına hasr-ı vakfeden, Türkiye Cumhuriyeti’nin bânisi ve Türk istikbal ve istiklâlinin sâdık ve fedakâr hâdimi olan Atatürk’ü Süfyan ve İslâm Deccalı, tagut, dalalet zındıka komitesinin firavunmeş-reb reisi, ehl-i dalaletin dehşetli şahsiyeti diye vasıflandırmak ve bu suretle her Türk’ün kal-binde kökleşen Atatürk’ün sevgisini gönlünden sarsarak ve ona âlet olan has adamlarına münafık, mülhid demesi büyük bir suçtur diye mahkûm ediyoruz.”
Cevab: Yine Nur’un hapse girmiş bir kısım talebeleri diyorlar ki: Bu vatan ve milletin is-tikbalini ve istiklâlini mahveden onun icraatı olduğuna bir delil şudur: Bu vatandaki milletin 1000 seneden beri Hristiyanın dehşetli umum devletlerine karşı 350 milyon ma’nevî ihtiyat kuvveti hükmünde olan âlem-i İslâm bütün ruh u canıyla bu vatandaki millete uhuvveti ve ir-tibatı ve düşmanın bu vatana hücumu vaktinde o muazzam ma’nevî ordu ağlaması ve itiraz etmesi içindir ki; 70-80 bir zaman 120 milyon Osmanlı Devleti o dindar raiyetiyle 400 milyon Hristiyan devletlerine karşı istiklâlini, istikbalini muhafaza ediyordu. İşte o reis, bu ihtiyat kuvveti bu vatan ve milletin aleyhine çevirmesi ve bir cihette istiklâlini, istikbalini mahvettiği halde; nasıl istiklâl ve istikbalini muhafaza ediyor ve kurtarmış denilebilir?
Hem Bağdad’dan tâ Hind’e ve Mısır’dan Cezayir’den tâ Endülüs’e ve Yemen’den tâ Ha-beşistan’a kadar âdeta iki Avrupa kıtası kadar Osmanlı hâkimiyeti ve Türk milletinin âmiriyeti tahtında iken, 40 seneden beri o reis ve onun gibi dinsizliği dindarlara tercih edenler, 70 mil-yon Arab’ı elinden çıkardığı gibi, en mukaddes şeylerini dahi rüşvet verdirmeğe ve istibdâd-ı mutlak ve rüşvet-i mutlaka ile ancak bir muvakkat idareye mecbur eden ve bu bîçare masum ve mazlum ve dindar ve mücahid milletin hem istikbalini hem istiklâlini dehşetli ve çok acına-cak bir vaziyete sokan ve hakiki Türk hamiyetçiler ve vatanperverler ve dindar mütefekkirle-rinin kalblerinde sevgisi kökleşmemiş olduğu halde; Said o sevgiyi çıkarmasıyla suçludur, mahkûm olur demeleri; ne kadar haktan, hakikattan, insaftan, vicdandan uzak olduğunu her vicdan sahibi anlar. Ve 20 ay hem tecrid-i mutlakta hapis, hem 2 sene göz hapsi altında mahkûm etmek, dünyada hiç emsali vuku’ bulmamış zalimane bir muameledir.
Acibdir ki; savcı müddeî iftiralı ittihamnamesinde en ziyade iliştiği ve Said’in ittihamına medar yaptığı, Siracünnur’un âhirindeki Beşinci Şu’a’ın mes’elelerinde Said demiş ki: Başa şapka koymağa cebreden Süfyan öyle dehşetli istibdâdla hareket eder ki, bir cani yüzünden yüz köyü harab eder.. bir âsi yüzünden binler masumu mahveder dediği fıkra için Said’in mahkûmi-yetine pek musırrane çalışıp demiş ki: Atatürk’ü tahkir edip, inkılablar aleyhindedir.
Cevab: Yine o cevab veren Nur şakirdlerinden Abdürrezzak namında birisi diyor ki: İşte o davanın doğruluğuna delalet eden yüzer emareden tek bir emaresi, 1938’deki Dersim faci-asında binler masumları, ihtiyar kadınları hem öldürtüp hem ateşlere atmak ve bir isyan te-vehhümü ve ihtimali yüzünden yaktırması; bu Beşinci Şu’a’ın o hükmünü kat’î hakikat olarak gözlerine sokuyor.
Acaba 1000 seneden beri bir milyar şühedâyı hakikat-ı Kur’an ve iman yolunda feda edip şehid veren ve bütün mefahiri İslâmiyetle tahakkuk eden ve âlem-i İslâm’ın en büyük ordusu ve kahraman milleti olan Türk’e bütün bütün mahiyetlerine zıd ve bütün ecdadlarını darıltan, inciten, manen ihanet eden ve neslen hiç Türklükle münasebeti olmayan bir ada-ma, Türklerin ceddi ve büyük babası namını vermek; ne derece Türklüğe bir adavet ve ihanet olduğu anlaşılmıyor mu?
Bedîüzzaman ise, ona Mustafa Kemal isminin yakışmadığını ve yakışan ismin ما اصطفي بكمال olduğunu şöyle açıklamaktadır:
Bir zaman işittim ki; âhirzaman deccalından evvel ona benzer küçük mikyasta müteaddid küçük deccallar gelir ve bir kısmı geçmiş dedim. Öyle ise herhalde Şerî’at-ı Ahmediyenin ve şeair-i İslâmiyenin tahribine çalışan Mason komite reislerinden ve hiçbir cihette müstehak olmadığı Mustafa Kemal ismiyle malûm olan şahs-ı menhus, o deccallardan birisidir. Bidayet-i cumhuriyette kalbim öyle hükmetti. Bir emare aradım. O zaman kalbime geldi ki: Hesab-ı eb-cedî ilm-i cifirde ve çok ulûmda muteber olduğundan onunla bakayım dedim, hesab ettim. Mustafa Kemal ismine ما اصطفي بكمال iki fark ile tevafuk ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

'' Hiç bir konu yorumsuz değildir Mühim olan seninkisi ? '
bir dakikanızı ayırarak yorum yapabilirsiniz.
Teşekkürler.

Diğer başlıklara hemen gözat ...